ENERJİ PİYASASINDA UYGULANAN MAKTU İDARİ PARA CEZALARI ANAYASAYA AYKIRI MI DEĞİL Mİ?
Anayasa Mahkemesinin regülatif idari para cezaları hakkında birbirine yakın sayılacak tarihte vermiş olduğu iki farklı karar, enerji piyasası kanunlarında düzenlenen ve EPDK tarafından uygulanan maktu idari para cezaları hakkında yeni bir tartışmayı gündeme getirdi.
Zira Anayasa Mahkemesi 07.04.2016 tarihli ve 2015/109 E., 2016/28 sayılı kararında 5015 sayılı Petrol Piyasası Kanununun 19. maddesinin ikinci fıkrasının (a) ve (c) bendinde düzenlenen maktu idari para cezalarının anayasaya aykırı olduğuna hükmederken, bu karardan altı ay sonra vermiş olduğu 12.10.2016 tarihli, 2015/73 E., 2016/161 K. sayılı kararında ise Sıvılaştırılmış Petrol Gazları (LPG) Piyasası Kanununun 16. maddesinde düzenlenen maktu idari para cezalarının maktu olarak düzenlenmesinde anayasaya aykırılık olmadığı yönünde karar verdi.
Bilindiği üzere, regülatif idari para cezaları, özel bir faaliyet alanında kamu düzenini korumak veya belli bir sektörü düzenlemek amacıyla ilgili kanunlarda özel olarak yetkilendirilen idari makamlar tarafından verilen idari para cezalarıdır. Bu anlamda Elektrik Piyasası Kanunu, Doğalgaz Piyasası Kanunu, Petrol Piyasası Kanunun ve Sıvılaştırılmış Petrol Gazları (LPG) Piyasası Kanununda düzenlenmiş idari para cezaları regülatif idari para cezalarıdır.
Anayasa Mahkemesi 07.04.2016 tarihli kararında;
Hukuk devleti ilkesinin Anayasa’nın 2. maddesinde belirtildiği, hukuk devletinde ceza hukukuna ilişkin düzenlemelerde olduğu gibi idari yaptırımlar açısından da hangi eylemlerin kabahat sayılacağı, bunlara uygulanacak yaptırımın türü ve ölçüsü, yaptırımın ağırlaştırıcı ve hafifleştirici nedenlerinin belirlenmesi gibi konularda kanun koyucunun takdir yetkisine sahip olduğu, ancak kanun koyucunun kendisine tanınan takdir yetkisini anayasal sınırlar içinde adalet, hakkaniyet ve kamu yararı ölçütlerini göz önünde tutarak kullanması gerektiği, regülatif idari para cezalarının meblağları yüksek olduğundan muhatapları üzerinde çok ağır sonuçlar doğurabilmekte olduğu, bu cezada, işletmelerin ekonomik büyüklüğü ve sınıfına ilişkin herhangi bir kademelendirmenin yapılmadığı, buna göre, tek pompa ile faaliyet gösteren ve idari para cezası miktarı kadar yıllık cirosu bulunmayan bir akaryakıt istasyonu ile büyük ölçekteki akaryakıt istasyonunu işletenler açısından yükümlülüğün ihlali halinde verilecek ceza miktarının aynı olmakla birlikte, para cezasının miktarının yüksek olması göz önüne alındığında tek pompa ile faaliyet gösteren ve cirosu yüksek olmayan akaryakıt bayisi için verilen cezanın daha ağır sonuçlar doğurabildiği, diğer taraftan, idari para cezası uygulanırken fiilin işleniş şekli, failin kusur durumu gibi hususların dikkate alınmadığı, bu itibarla bayilerin kusur durumu dikkate alınmadan, ekonomik büyüklüklerine ve sınıflarına göre adil bir denge gözetilmeden, itiraz konusu kuralla ölçülü ve makul olmayan idari para cezası ile cezalandırılmalarının, hukuk devletinin gereği olan “adalet” ve “hakkaniyet” ilkeleriyle bağdaşmadığı ifade edilmiş ve söz konusu düzenlemelerin Anayasa’nın 2. maddesine aykırı olduğuna karar verildi.
Anayasa Mahkemesi 12.10.2016 tarihli kararında ise;
LPG Kanunun 16. maddesinde, idarî para cezasını gerektiren filler ağırlık derecelerine göre gruplandırılarak ihlalin önemine göre farklı idarî para cezalarının öngörüldüğü, kanunla yapılan düzenlemelerin etkili bir şekilde hayata geçirilebilmesi bakımından, öngörülen yükümlülüklerin yerine getirilmesini sağlamak ve yasaklanan fiillerin işlenmesini önlemek için hangi tür ve ölçekte idarî yaptırım uygulanacağının kanun koyucunun takdir yetkisinde olduğu, maktu olarak belirlenen idarî para cezalarının, cezayı gerektiren fiili işleyenlerin üzerinde, ekonomik durumlarına göre farklı etkiler doğurabilse de bu durumun adalet ve hakkaniyet ilkelerine aykırılık oluşturduğunun söylenemeyeceği, kanun koyucunun takdir yetkisi kapsamında fiilin meydana getireceği neticeleri de dikkate alarak düzenlediği itiraz konusu kuralda hukuk devleti ilkesi ile çelişen bir yön bulunmadığı ifade edilerek söz konusu düzenlemelerin Anayasa’nın 2. maddesine aykırı olmadığına karar verildi.
Bu aşamada hemen belirtelim ki, regülasyon kurumlarından Rekabet Kurulu, Radyo ve Televizyon Üst Kurulu, Tütün ve Alkol Piyasası Düzenleme Kurulu ve Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurulu tarafından mevzuat ihlalleri durumunda uygulanacak idari para cezalarını düzenleyen kanunlarda nispi ve alt ve üst sınırlar gösterilmek suretiyle idari para cezaları verileceği öngörülüyor.
Anayasa mahkemesi önceki bazı kararlarında failin ekonomik durumunu dikkate almayan para cezalarının adil ve hakkaniyete uygun olmayan sonuçlar doğurabileceğine dikkat çekmiş, buna aykırı yasal düzenlemeleri iptal etmişti.
İdari para cezalarının en önemli amaçlarından biri caydırıcılıktır. Yüksek miktardaki maktu para cezaları ekonomik büyüklükleri aynı olmayan işletmeler üzerinde aynı oranda caydırıcı olamaz. Bunun dışında sadece caydırıcı olsun diye işlenen suça göre makul ve ölçülü olmayan, adalet ve hakkaniyet ilkeleriyle bağdaşmayan cezaların uygulanmasını hukuk düzeni korumamalıdır.
Hukuk devleti ilkesinin önemli unsurlarından biri de ölçülülüktür. Ölçülülük, ulaşılmak istenen amaç için mutlak olarak gerekenden daha fazla bir yoksunluğa neden olunmaması, bir başka ifadeyle ölçülü olması gerektiği anlamını taşımaktadır. Elbette piyasa faaliyetlerinin regüle edilmesine yönelik tedbirlerin alınması ve yükümlülüklerin ihlal edilmesi durumunda yaptırımlar uygulanması konusunda kanun koyucu takdir yetkisine sahiptir. Ancak bu takdir yetkisi kullanılırken uygulanan yaptırımın (fiilin ağırlığı, failin kusuru ve ekonomik durumu gibi hususlar dikkate alınarak) ölçülü olması gerekir.
Anayasa mahkemesinin 07.04.2016 tarihli içtihadından dönüp vermiş olduğu 12.10.2016 tarihli karar küçük çaplı bir işletmenin ölçülü olmayacak şekilde cezalandırılabilmesine olanak tanıyor. Oysaki bu karar, işletmelerin, ekonomik büyüklüğü ve sınıfına göre adil bir denge gözetilmeden, itiraz konusu kuralla ölçülü ve makul olmayan idari para cezası ile cezalandırılmaları anlamına gelmekte ve hukuk devletinin gereği olan “adalet” ve “hakkaniyet” ilkeleriyle bağdaşmamaktadır.
Anayasa Mahkemesinin benzer duruma ilişkin birbirinden farklı iki kararı arasındaki çelişkiyi gidermek yasa koyucunun görevidir.