ANAYASA MAHKEMESİNİN 2016/13846 BAŞVURU SAYILI VE 05.03.2020 TARİHLİ KARARI ÇERÇEVESİNDE ÇEVRE DAVALARINDA MENFAAT KAVRAMI
Giriş
İdari yargı alanında görülen iptal davaları, idari işlemlerin hukuka uygun olup olmadığının saptanmasını, hukukun üstünlüğü ilkesini ve idarenin hukuka bağlılığının sağlanmasını amaçlayan en önemli denetim mekanizmalarından biridir. Ancak iptal davaları kendiliğinden harekete geçen otomatik bir mekanizma olmadığından, idari işlemin hukuka aykırı nitelikte olduğunun tespiti ancak hak sahipleri tarafından konunun yargı önüne taşınması ile mümkün olmaktadır. Bu noktada tartışılması gereken en önemli sorun ise, bir idari işlemin hukuka aykırı olduğunu düşünen herkesin konuyu yargı önüne taşımasının mümkün olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.
Özellikle çevre, tarihi ve kültürel değerler ile imar konuları gibi kamu yararını ilgilendiren idari işlemlere karşı iptal davası açma ehliyeti tespit edilirken, hiçbir araştırma ve inceleme yapılmaksızın, yalnızca bireylerin idari işlemin tesis edildiği koordinatlarda taşınmazı ya da malı bulunmadığı gerekçesiyle dava açamayacaklarının kabul edilmesi halinde anayasal güvence altındaki adil yargılanma hakkı ile mahkemeye erişim hakkı engellenmiş olacaktır. Dolayısıyla, bu tür idari işlemlere karşı açılacak olan iptal davalarında ehliyet kavramı değerlendirilirken kategorik ve dar bir yaklaşımın benimsenmesi hukuk devleti ilkesi ile bağdaşmamaktadır. Ancak, ehliyet kavramının geniş yorumlanarak herkesin her idari işleme karşı dava açabileceğinin kabul edilmesi halinde de yargı yükünün son derece artacağı ve bunun yanında idarenin iş yapamaz hale geleceği de tartışmasızdır.
Bu nedenle, kamu yararını ilgilendiren çevre, tarihi ve kültürel değerler ile imar konularında tesis edilen idari işlemlere karşı açılacak iptal davalarında ehliyet kavramının orantılılık ve ölçülülük ilkeleri uyarınca her bir somut olayın özelinde incelenmesi gerekmektedir.
Anayasa Mahkemesinin 12.05.2020 tarih ve 31125 tarihli Resmi Gazetede yayımlanan 2016/13846 başvuru sayılı ve 05.03.2020 tarihli kararında rüzgar enerji santrali için verilen çevresel etki değerlendirmesi gerekli değildir kararının iptali istemiyle açılan davada menfaat koşulunun bulunmadığı gerekçesiyle davanın esasının incelenmeksizin reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiası emsal niteliktedir.
Bu yazıda Anayasa Mahkemesinin 05.03.2020 tarihli kararı çerçevesinde çevre davalarında menfaat ilişkisi kavramı değerlendirmeye çalışılacaktır.
İdari Yargı Alanında İptal Davaları ve Ehliyet
İdari Yargılama Usulü Kanununun (“İYUK”) 14. maddesine göre, idari yargıda açılan dava dilekçeleri öncelikle ilk inceleme aşamasından geçmekte olup, bu aşamada yapılacak incelemede davacının “ehliyet” koşulunu sağlayıp sağlamadığı değerlendirilmektedir. Yine İYUK’un 15. maddesine göre, davacının ehliyet koşulunu sağlamadığının tespit edilmesi halinde ise davanın esasına geçilmeksizin usulden reddine dair karar verilmesi gerekmektedir.
İdari yargıda iptal davası açılabilmesi için aranan ehliyet koşulunu “objektif ehliyet” ve “sübjektif ehliyet” olmak üzere ikiye ayırarak incelemek yerinde olacaktır. Objektif ehliyet, medeni hukukun hak ve fiil ehliyetinden yola çıkarak belirlenecek olan dava ve taraf ehliyeti olarak nitelendirilebilir. Bunun yanında, idari yargıda iptal davası açabilmek için aranan yeterlilik koşulu ise sübjektif ehliyet olarak karşımıza çıkmaktadır.
Subjektif Ehliyet ve Menfaat İlişkisi
Subjektif ehliyet kavramı dayanağını İdari Yargılama Usulü Kanununun 2. maddesinden almaktadır. Kanuna göre iptal davaları, ancak bir idari işlem nedeniyle menfaatleri ihlal edilen kişiler tarafından açılabilmekte, dolayısıyla idari yargılama sisteminde iptal davası mekanizmasının işletilebilmesi için davacının dava konusu idari işlemle arasında bir “menfaat ilişkisinin” bulunduğunu ortaya koyması gerekmektedir. Her olay ve davada, idari işlem ile dava açacak kişi arasında öngörülen subjektif ehliyet koşulu olarak menfaat ihlalinin kişisel, meşru ve güncel bir menfaat olması gerekmektedir (Danıştay 6. Daire Başkanlığının 27.11.2019 tarih, 2019/9548 Esas ve 2019/12362 Karar sayılı ilamı).
Bu noktada belirtmek gerekir ki, menfaat ilişkisinin mahkemelerin takdir yetkisi çerçevesinde değerlendirildiği dikkate alındığında, dar yorumlanan menfaat ilişkisi kavramının anayasal güvence altına alınmış olan hak arama özgürlüğünün önemli bir basamağı olan mahkemeye erişim hakkının ihlali sonucunu doğurması önemli bir risk teşkil etmektedir. Ancak menfaat ilişkisinin son derece geniş yorumlanması suretiyle idari işlemlere karşı herkesin dava açabileceğinin kabulü de hem idarenin çalışmasını engelleyecek hem de yargının aşırı iş yükü altında kalması neticesini doğuracaktır. Dolayısıyla, iptal davası mekanizmasının dengeli bir şekilde işletilebilmesi için menfaat ilişkisinin varlığının ve sınırlarının her bir somut olayın özellikleri ve uyuşmazlığın niteliğine göre değerlendirilerek yorumlanması gerekmektedir. (Danıştay 6. Daire Başkanlığının 14.02.2019 tarih, 2014/5845 Esas ve 2019/668 Karar sayılı ilamı).
Ayrıca, menfaat ilişkisi kavramı yorumlanırken iptal davalarının hukuk devleti amacını sağlama fonksiyonunun da dikkate alınması gerektiği açıkça ortada olup, Danıştay’ın yerleşik uygulamaları da bu yöndedir. Danıştay İdari Dava Daireleri Genel Kurulunun 26.05.2000 tarih, 1999/390 Esas ve 2000/761 Karar sayılı ilamına göre,
“(…) iptal davaları ile idari işlemlerin hukuka uygun olup olmadığının saptanmasına, hukukun üstünlüğünün sağlanmasına, böylece de idarenin hukuka bağlılığının belirlenmesine, sonuçta hukuk devleti ilkesinin gerçekleştirilebilmesine olanak sağlandığından, bu davalarda menfaat ilişkisinin bu amaç doğrultusunda yorumlanması gerekmektedir. (…)”
Doktrin ve yargı kararları incelendiğinde görüleceği üzere, menfaat ilişkisinin ciddi ve makul olarak nitelendirilebilmesi iptal davası açılabilmesi için yeterli kabul edilmemekte, bunun yanında menfaat ilişkisinin meşru, kişisel ve güncel (aktüel) olması da aranmaktadır. Ancak, bireysel idari işlemler söz konusu olduğunda kişisel menfaat ilişkisinin ispatlanması kolay olmakla birlikte; kamu yararını ilgilendiren çevre, tarihi ve kültürel varlıklar ile imar konularında tesis edilen idari işlemlerde kişisel menfaat ilişkisinin tespiti titizlikle inceleme yapılmasını gerektirmektedir.
Anayasa Mahkemesinin 05.03.2020 Tarihli Kararı Çerçevesinde Çevre Davalarında Menfaat İlişkisi Kavramı
Menfaat ilişkisi kavramının her somut olayın özelliğine göre tespit edilmesi gerektiği ve bu çerçevede menfaat ilişkisi kavramının katı bir yorumla değerlendirilmesinin anayasal güvence altına alınmış olan bireysel hakları zedeleyeceği hususu Anayasa Mahkemesi kararlarında da yer bulmaktadır. Emsal nitelikteki Anayasa Mahkemesinin 05.03.2020 tarihli kararında da menfaat ilişkisi kavramının kategorik şekilde dar yorumlanmasının adil yargılanma hakkına aykırılık teşkil edeceği açıkça belirtilmiştir.
Anayasa Mahkemesi, Aydın ili Söke ilçesinde kurulması planlanan Çatalbük Rüzgar Enerji Santrali (“RES”) hakkında verilen ÇED gerekli değildir kararının iptali için açılan davanın menfaat ihlali koşulu bulunmadığı gerekçesiyle usulden reddedilmesi üzerine yapılan başvuru ile ilgili olarak verdiği 05.03.2020 tarihli kararı ile, olayda menfaat ihlali koşulunun gerçekleştiği, bu nedenle yerel mahkeme kararı ile adil yargılanma hakkı kapsamında mahkemeye erişim hakkının kısıtlandığı gerekçesiyle başvurunun kabul edilebilir olduğuna dair karar vermiştir.
Karar incelendiğinde görüleceği üzere başvurucular; Aydın ili, Söke ilçesi, Savuca mahallesindeki bir kısım taşınmazların malikleri olup, aleyhine iptal davası açılan projenin kurulması planlanan bölge ise Aydın ili, Söke ilçesi, Yenidoğan ve Akçakonak mahalleleri mevkiinde bulunmaktadır. Başvurucular, kurulması planlanan RES projesinin etkilerinin saptanması amacıyla proje alanında ÇED yaptırılmasını talep etmektedir. Yerel mahkeme tarafından, dava konusu RES projesinin Söke ilçesi Yenidoğan ve Akçakonak mahallelerinde bulunan taşınmazları kapsadığını, başvurucuların taşınmazlarının ise Söke ilçesi Savuca mahallesinde bulunduğunu, bu nedenle projenin kurulması planlanan bölgede taşınmazları ya da başkaca mal varlıkları bulunmayan başvurucuların vatandaş ya da birey olarak tek başına söz konusu idari işleme karşı dava açma ehliyetlerinin bulunmadığı belirtilerek, kişisel ve güncel menfaat ilişkisinin bulunmadığı gerekçesiyle açılan davanın usulden reddine dair karar verilmiştir.
Ancak Anayasa Mahkemesi tarafından yapılan inceleme ve değerlendirme neticesinde, başvurucuların mülklerinin proje sahasına yakın olması veya kullanım amacı gibi öznel koşullar dikkate alınmaksızın, bir proje sahasında mülkü olmayanların -projeye yakın sahada mülkü olsa bile- projeye karşı hiçbir durumda dava açamayacakları yönündeki kategorik yaklaşımın kabul edilemeyeceği, projeden etkilenme potansiyelleri bulunan kişilerin dava açmalarını imkansız hale getiren bu yaklaşımın mahkemeye erişim hakkına müdahale niteliği taşıdığı, bu nedenle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği gerekçesiyle başvurunun kabulüne dair karar verilmiştir.
Anayasa Mahkemesi tarafından da bir kez daha vurgulandığı üzere, iptal davalarının esastan incelenebilmesi için ön koşul olarak tespit edilmesi gereken menfaat ilişkisi kavramının her somut olayın ve uyuşmazlığın özelinde değerlendirilmesi adil yargılanma hakkının tesisi için elzem bir gereklilik olup, aksi yöndeki kategorik yaklaşımların kişilerin anayasal haklarını zedeleyebileceği tartışmasızdır.
Sonuç
Doktrinde yer alan görüşler, Danıştay kararları ve emsal nitelikteki 05.03.2020 tarihli Anayasa Mahkemesi kararı bir arada değerlendirildiğinde; iptal davalarında menfaat ilişkisi kavramının dar yorumlanmaması ve her olayın özelinde detaylı şekilde değerlendirilmesi, açılan davalarda davacıların idari işlemden etkilenip etkilenmediklerinin ve bu çerçevede menfaat ihlali koşulunun gerçekleşip gerçekleşmediğinin tespit edilmesi gerekmekte olup, bu yaklaşım çerçevesinde iptal davalarının hukuk devleti amacını sağlama fonksiyonu temin edilmiş olacaktır.